Fener Rum Lisesi’ni Kimler Okuyabilir? – Bir Kapının Önündeki Çocuk
Selam forumdaşlar,
Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum. Ne sadece bir okul hikâyesi, ne de yalnızca bir öğrencinin kaderi… Bu, bir “ait olma” hikâyesi. Fener Rum Lisesi’nin taş duvarlarının ardında kimlerin yürüyebileceğini, kimlerin içeri giremese de o kapıya bakmaya devam ettiğini anlatan bir hikâye.
---
Taş Merdivenlerin Başında Bir Çocuk
Bir sonbahar sabahıydı. Balat’ın dar sokaklarında deniz kokusuna karışan taş duvarların arasında, elinde defteriyle bir çocuk duruyordu. Adı Kerem’di.
Fener Rum Lisesi’nin o ihtişamlı kırmızı binasına bakıyordu, başı yukarıda, gözleri büyülenmiş. Binanın kubbeleri sabah güneşinde parlıyor, sanki tarihin kendisi ona fısıldıyordu: “Gel… ama giremezsin.”
Kerem, sıradan bir çocuktu ama sıradan hayalleri yoktu. “Ben de burada okumak istiyorum,” dedi bir gün babasına.
Babası, Hasan Bey, inşaat mühendisi, çözüm odaklı, planlı bir adamdı. Oğlu bir hedef koyduğunda hemen hesap kitap yapardı.
“Bak oğlum,” dedi, “burası özel bir okul. Rum Ortodoks cemaatine ait. Türkiye vatandaşı olsan da Rum olman gerekir. Ama istersen seni en iyi okullardan birine yazdırırız. Önemli olan binanın güzelliği değil, içinde aldığın eğitim.”
Kerem sustu.
Annesi Eleni ise masaya sessizce çay koydu. O, empatik bir kadındı, duyguları hemen sezebilirdi.
“Bırak biraz hayal kursun, Hasan,” dedi yumuşak bir sesle. “Belki onun için mesele okul değil, orada hissettiği bir şeydir.”
---
Bir Kimliğin Sınırında
Kerem’in hikâyesi, sadece bir okulun kapısında kalmak değildi. O, annesi Rum, babası Türk bir ailenin çocuğuydu. Evde iki dil konuşulurdu: sabahları Türkçe kahvaltı, akşamları Rumca dualar.
Ama Fener Rum Lisesi’nin kayıt şartları açıktı: yalnızca Rum Ortodoks cemaati mensubu öğrenciler kabul edilirdi.
Bir gün okulun önünden geçerken, kapıdan çıkan öğrencilerin arasında kendini gördü sanki. Aynı yaşta, aynı hevesle gülüşen çocuklar.
Bir an için düşündü: “Ben neden orada değilim?”
Babasına bunu tekrar söylediğinde, Hasan Bey ciddi bir tonla cevap verdi:
“Kurallar var oğlum. Hayatta her şey istekle olmaz. Bazen sınırları bilmek gerekir.”
Eleni ise o sırada pencereye dönüp sessizce mırıldandı:
“Sınırlar bazen insanın içinde başlar, Hasan.”
---
Erkek Akıl, Kadın Kalp
Hasan Bey’in yaklaşımı her zamanki gibiydi: stratejik, mantıklı, çözüm odaklı. O, dünyayı kurallar ve yollar üzerinden anlardı.
Eleni ise kalbin yasalarıyla yaşardı.
“Bir çocuğun hayal kurması, sınırları zorlamasıdır,” diyordu. “Belki de bu okula girmeyecek ama onun hayalini kurmak bile dünyasını genişletir.”
O gece Kerem uyurken, babası planlar yaptı:
“Eğer istiyorsa, Galatasaray Lisesi’ni hedeflesin. Orası da tarih dolu, köklü.”
Annesi ise oğlunun başucunda dua etti:
“Tanrım, ona hayalinden vazgeçmeden büyümeyi öğret.”
---
Kapının Ardındaki Sesler
Bir gün okulun açık kapı etkinliği vardı. Kerem, annesinin elini tutup içeri girdi.
Koridorlarda Latince, Yunanca, Türkçe yankılanıyordu. Tavanlarda eski ikonalar, sınıflarda modern sıralar. Tarihle bugünün iç içe geçtiği bir yerdi burası.
Bir öğretmen gülümseyerek yaklaştı:
“Merhaba, yeni öğrencilerden misin?”
Kerem utangaç bir şekilde başını salladı: “Hayır... sadece merak ettim.”
O anda Eleni’nin gözleri doldu. Çünkü oğlunun bakışında hem bir hayranlık hem de bir dışlanmışlık vardı.
Bir kapının ardında olmak, bazen o kapının içinde olmaktan daha ağırdır.
---
Kimin Okulu, Kimin Hayali?
Fener Rum Lisesi, yüzyıllardır sadece Rum Ortodoks gençlerinin eğitim gördüğü, hem bir okul hem de bir kimlik sembolü.
Ama Kerem’in hikâyesiyle bu soru yeniden yankılandı:
Bir okul sadece dinî kimlikle mi tanımlanır, yoksa içinde doğan umutlarla mı?
Hasan Bey bunu “kural” olarak görüyordu. “Kimlik belli, sistem belli,” diyordu.
Eleni ise bunu “duygu” olarak yaşıyordu. “Bir çocuğun merakı, hiçbir sistemin duvarına sığmaz,” diyordu.
Ve işte tam burada erkeklerin stratejik aklı ile kadınların empatik sezgisi çarpışıyordu.
Hasan, oğluna alternatif yollar sunarak korumaya çalışıyordu.
Eleni, oğlu için o duvarın ardına bakmayı göze alıyordu.
---
Bir Çocuğun Sessiz İsyanı
Kerem bir akşam okulun önüne gidip defterine bir şeyler yazdı.
“Bir gün ben de bu kapıdan geçeceğim. Belki öğrenci olarak değil, belki öğretmen olarak. Ama bir gün içeri gireceğim.”
O satırları annesi buldu.
Gözyaşlarını sildi, kâğıdı babasına uzattı.
Hasan sessiz kaldı uzun süre. Sonra derin bir nefes aldı:
“Belki de bazen sistemin değil, kalbin kapısını açmak gerekir.”
O günden sonra Kerem’e sadece ders değil, tarih, dil, kültür anlatmaya başladı. “İstersen Yunanca öğrenelim birlikte,” dedi.
Baba, oğlunun öğretmeni olmuştu.
---
Yıllar Sonra O Kapının İçinde
On yıl geçti. Kerem, artık üniversitede tarih okuyan bir gençti.
Bir gün Fener Rum Lisesi’nden gelen davet mektubunu elinde tuttu. “Kültürel miras projesi” için gönüllü rehber arıyorlardı.
Ve o gün, Kerem o taş merdivenlerden içeri girdi.
Öğrenci olarak değil belki, ama ait olarak.
Binanın içindeki sesler artık yabancı değildi. Çünkü anlamıştı:
Bazı kapılar insanı dışarıda bırakmak için değil, içini büyütmek için kapalıdır.
---
Forumdaşlara Sorular
1. Sizce aidiyet doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı inşa edilir?
2. Fener Rum Lisesi gibi kurumların kimlik temelli sınırları korunmalı mı, yoksa evrensel eğitime mi açılmalı?
3. Erkeklerin sistematik düşüncesi mi, kadınların sezgisel yaklaşımı mı bir çocuğun hayalini daha iyi büyütür?
4. Bir hayalin gerçekleşmesi mi önemlidir, yoksa o hayalin peşinden gitmek mi?
---
Bazen bir okulun kapısı, bir çocuğun kimliğini değil, insanlığını ölçer.
Kerem’in hikâyesi bize gösteriyor ki, her kapının ardında bir hikâye, her hayalin içinde bir “ait olma” arzusu vardır.
Belki de önemli olan, içeri girebilmek değil — o kapıya her seferinde umutla bakabilmektir.
Selam forumdaşlar,
Bugün size bir hikâye anlatmak istiyorum. Ne sadece bir okul hikâyesi, ne de yalnızca bir öğrencinin kaderi… Bu, bir “ait olma” hikâyesi. Fener Rum Lisesi’nin taş duvarlarının ardında kimlerin yürüyebileceğini, kimlerin içeri giremese de o kapıya bakmaya devam ettiğini anlatan bir hikâye.
---
Taş Merdivenlerin Başında Bir Çocuk
Bir sonbahar sabahıydı. Balat’ın dar sokaklarında deniz kokusuna karışan taş duvarların arasında, elinde defteriyle bir çocuk duruyordu. Adı Kerem’di.
Fener Rum Lisesi’nin o ihtişamlı kırmızı binasına bakıyordu, başı yukarıda, gözleri büyülenmiş. Binanın kubbeleri sabah güneşinde parlıyor, sanki tarihin kendisi ona fısıldıyordu: “Gel… ama giremezsin.”
Kerem, sıradan bir çocuktu ama sıradan hayalleri yoktu. “Ben de burada okumak istiyorum,” dedi bir gün babasına.
Babası, Hasan Bey, inşaat mühendisi, çözüm odaklı, planlı bir adamdı. Oğlu bir hedef koyduğunda hemen hesap kitap yapardı.
“Bak oğlum,” dedi, “burası özel bir okul. Rum Ortodoks cemaatine ait. Türkiye vatandaşı olsan da Rum olman gerekir. Ama istersen seni en iyi okullardan birine yazdırırız. Önemli olan binanın güzelliği değil, içinde aldığın eğitim.”
Kerem sustu.
Annesi Eleni ise masaya sessizce çay koydu. O, empatik bir kadındı, duyguları hemen sezebilirdi.
“Bırak biraz hayal kursun, Hasan,” dedi yumuşak bir sesle. “Belki onun için mesele okul değil, orada hissettiği bir şeydir.”
---
Bir Kimliğin Sınırında
Kerem’in hikâyesi, sadece bir okulun kapısında kalmak değildi. O, annesi Rum, babası Türk bir ailenin çocuğuydu. Evde iki dil konuşulurdu: sabahları Türkçe kahvaltı, akşamları Rumca dualar.
Ama Fener Rum Lisesi’nin kayıt şartları açıktı: yalnızca Rum Ortodoks cemaati mensubu öğrenciler kabul edilirdi.
Bir gün okulun önünden geçerken, kapıdan çıkan öğrencilerin arasında kendini gördü sanki. Aynı yaşta, aynı hevesle gülüşen çocuklar.
Bir an için düşündü: “Ben neden orada değilim?”
Babasına bunu tekrar söylediğinde, Hasan Bey ciddi bir tonla cevap verdi:
“Kurallar var oğlum. Hayatta her şey istekle olmaz. Bazen sınırları bilmek gerekir.”
Eleni ise o sırada pencereye dönüp sessizce mırıldandı:
“Sınırlar bazen insanın içinde başlar, Hasan.”
---
Erkek Akıl, Kadın Kalp
Hasan Bey’in yaklaşımı her zamanki gibiydi: stratejik, mantıklı, çözüm odaklı. O, dünyayı kurallar ve yollar üzerinden anlardı.
Eleni ise kalbin yasalarıyla yaşardı.
“Bir çocuğun hayal kurması, sınırları zorlamasıdır,” diyordu. “Belki de bu okula girmeyecek ama onun hayalini kurmak bile dünyasını genişletir.”
O gece Kerem uyurken, babası planlar yaptı:
“Eğer istiyorsa, Galatasaray Lisesi’ni hedeflesin. Orası da tarih dolu, köklü.”
Annesi ise oğlunun başucunda dua etti:
“Tanrım, ona hayalinden vazgeçmeden büyümeyi öğret.”
---
Kapının Ardındaki Sesler
Bir gün okulun açık kapı etkinliği vardı. Kerem, annesinin elini tutup içeri girdi.
Koridorlarda Latince, Yunanca, Türkçe yankılanıyordu. Tavanlarda eski ikonalar, sınıflarda modern sıralar. Tarihle bugünün iç içe geçtiği bir yerdi burası.
Bir öğretmen gülümseyerek yaklaştı:
“Merhaba, yeni öğrencilerden misin?”
Kerem utangaç bir şekilde başını salladı: “Hayır... sadece merak ettim.”
O anda Eleni’nin gözleri doldu. Çünkü oğlunun bakışında hem bir hayranlık hem de bir dışlanmışlık vardı.
Bir kapının ardında olmak, bazen o kapının içinde olmaktan daha ağırdır.
---
Kimin Okulu, Kimin Hayali?
Fener Rum Lisesi, yüzyıllardır sadece Rum Ortodoks gençlerinin eğitim gördüğü, hem bir okul hem de bir kimlik sembolü.
Ama Kerem’in hikâyesiyle bu soru yeniden yankılandı:
Bir okul sadece dinî kimlikle mi tanımlanır, yoksa içinde doğan umutlarla mı?
Hasan Bey bunu “kural” olarak görüyordu. “Kimlik belli, sistem belli,” diyordu.
Eleni ise bunu “duygu” olarak yaşıyordu. “Bir çocuğun merakı, hiçbir sistemin duvarına sığmaz,” diyordu.
Ve işte tam burada erkeklerin stratejik aklı ile kadınların empatik sezgisi çarpışıyordu.
Hasan, oğluna alternatif yollar sunarak korumaya çalışıyordu.
Eleni, oğlu için o duvarın ardına bakmayı göze alıyordu.
---
Bir Çocuğun Sessiz İsyanı
Kerem bir akşam okulun önüne gidip defterine bir şeyler yazdı.
“Bir gün ben de bu kapıdan geçeceğim. Belki öğrenci olarak değil, belki öğretmen olarak. Ama bir gün içeri gireceğim.”
O satırları annesi buldu.
Gözyaşlarını sildi, kâğıdı babasına uzattı.
Hasan sessiz kaldı uzun süre. Sonra derin bir nefes aldı:
“Belki de bazen sistemin değil, kalbin kapısını açmak gerekir.”
O günden sonra Kerem’e sadece ders değil, tarih, dil, kültür anlatmaya başladı. “İstersen Yunanca öğrenelim birlikte,” dedi.
Baba, oğlunun öğretmeni olmuştu.
---
Yıllar Sonra O Kapının İçinde
On yıl geçti. Kerem, artık üniversitede tarih okuyan bir gençti.
Bir gün Fener Rum Lisesi’nden gelen davet mektubunu elinde tuttu. “Kültürel miras projesi” için gönüllü rehber arıyorlardı.
Ve o gün, Kerem o taş merdivenlerden içeri girdi.
Öğrenci olarak değil belki, ama ait olarak.
Binanın içindeki sesler artık yabancı değildi. Çünkü anlamıştı:
Bazı kapılar insanı dışarıda bırakmak için değil, içini büyütmek için kapalıdır.
---
Forumdaşlara Sorular
1. Sizce aidiyet doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı inşa edilir?
2. Fener Rum Lisesi gibi kurumların kimlik temelli sınırları korunmalı mı, yoksa evrensel eğitime mi açılmalı?
3. Erkeklerin sistematik düşüncesi mi, kadınların sezgisel yaklaşımı mı bir çocuğun hayalini daha iyi büyütür?
4. Bir hayalin gerçekleşmesi mi önemlidir, yoksa o hayalin peşinden gitmek mi?
---
Bazen bir okulun kapısı, bir çocuğun kimliğini değil, insanlığını ölçer.
Kerem’in hikâyesi bize gösteriyor ki, her kapının ardında bir hikâye, her hayalin içinde bir “ait olma” arzusu vardır.
Belki de önemli olan, içeri girebilmek değil — o kapıya her seferinde umutla bakabilmektir.